Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi dünyamıza ait kaynakları artık tükettik. Dünya Gazetesinden Özlem As bu konuyu TÜGİS Başkanı Necdet Buzbaş ve Sürdürülebilirlik Akademisi Başkanı Murat Sungur Bursa’ya sordu. Altta bu röportajı okuyabilirsiniz.
“Sürekli gündemde olan bu soruları bu ay gıda sektöründe sürdürülebilir gıda hedefli değişim ve dönüşüm çalışmalarının hızlanması için tüm paydaşları buluşturmak amacıyla Türkiye Gıda Sanayii İşverenleri Sendikası ve Sürdürülebilirlik Akademisi öncülüğünde kurulan Sürdürülebilir Gıda Platformu’ya yönelttik.
TÜGİS Başkanı Necdet Buzbaş ve Sürdürülebilirlik Akademisi Başkanı Murat Sungur Bursa sorularımızı yanıtladı.
“Gıda sanayimiz 42 bin işletmeden oluşmaktadır (TÜİK ve GTHB farklı rakamlar verse de) Bu işletmelerin yüzde 5’i kurumsal ve büyük ölçeklidir, ancak yüzde 0,5’inin farkındalık düzeyinde sürdürülebilirlik ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Sürdürülebilirlik kavramını farkındalık seviyesinden bilinçlenme ve sonra da içselleştirme seviyesine taşıyan gıda sanayi kuruluşumuz sayısı ise 20’yi ancak bulur.”
“Aşırı kullanım sonucunda sürdürülebilir ve sürdürülebilirlik kavramları anlam ve etkisini yitiriyor, sıradanlaşıyor. Yanlış, sık ve uygun olmayan bu kullanım bizi yaptığımız, aldığımız, kullandığımız her şeyin sonsuza dek var olacağına inandırıyor fakat işin aslı öyle değil.”
Günümüzde gıda ve tarımın geleceğini olumsuz etkileyen faktörler nelerdir?
Necdet Buzbaş: Ağırlıkları farklılık gösterse de araştırmacıların üzerinde mutabık kaldıkları günümüzün revaçta olan küresel kaygılarının beş eğilimi; hızlanan sanayileşme, nüfustaki hızlı artış, beslenme alışkanlıklarındaki değişimler, yenilenemeyen kaynakların tükenişi ve iklim değişikliğinde kötüye gidiş şeklinde sıralanıyor.
Bugün 7,5 milyar olan dünya nüfusunun 2050 yılında 9,6 milyar olacağı hesaplanıyor. Varoluşumuzu idame ettirebilmemiz için vazgeçilmez olan gıda, su, giyinme ve barınma ihtiyaçlarımızın karşılanması için 5 yeryüzüne (gezegene) gereklilik olacağı yine aynı bilim çevrelerince doğrulanıyor. Şu andaki tüketimimizle zaten 1,6 gezegen gerekliliğine ulaşmış durumdayız.
Gezegenimizin mevcut kaynaklarını sonsuza kadar harcama şansımız yok. Dünya, her türlü uygulama açısından kapalı bir sistemdir. Esasen güneş ışığının yaşam için gerekli olan enerjiyi sağlaması dışında diğer bütün kaynaklar sonludur. Şimdiye kadar en büyük sorun, çeşitli taleplerimiz ile ekosistemlerin bu talep baskılarına karşın dayanma gücünü destekleyememek olmuştur.
Günümüzde gıda ve tarımın geleceğini olumsuz etkileyen tüm faktörleri “artan talep, azalan kaynaklar” ikilemi içinde yakalamak mümkün.
Artan talepler olarak; nüfus artışı, kentleşme ve beslenme şekillerindeki değişiklikler sıralanırken kaynakların azalmasındaki faktörler iklim değişikliği, su yetersizliği, hızlı sanayileşme ile tarım arazilerinin yitirilmesi olarak öne çıkmaktadır.
Şüphesiz sayılan faktörlerin bağımsız etken olduğunu varsaymak bizi yanlışa götürür. Tüm faktörler birbirleriyle etkileşim içerisinde etkin olmaktadır. Örneğin tarım, küresel iklim değişikliğinin hem nedeni hem de etkileneni durumunda olabilmektedir.
Öncelikleri doğru belirlemek, tüketimi sorgulamak kaydıyla zamanında ve yeterince hızlı davranmazsak biyoçeşitlilik yitirilecek ve gıda üretme kapasitemiz riske girecektir.
Murat Sungur Bursa: Atalarımız on binlerce yıl avcılık ve toplayıcılık yaptıktan sonra tarih bilimciler son 10 bin yılda insanların çiftçilik ile yaşamlarını sürdürdüklerini ve bu halleriyle herhangi bir yaşam tehdidi ile karşılaşmadan nesillerinin sürdürülebilirliğini sağlayabildiklerinde hemfikirlerdir. Ancak şehir hayatının giderek daha fazla insanı kapsamaya başladığı son iki yüz yılda tıp ilmindeki gelişmeler tarımsal üretim alanındaki teknolojik ilerlemeler ve nihayet mekanizasyonun sağladığı olanaklar giderek artan insan nüfusunun diğer canlı türlerine karşı oluşturduğu var olma tehditlerini arttırmakla kalmamıştır. Ayrıca geçmişte savaşlarla, hastalıklarla doğal afetlerle ve diğer baskılarla kısa olan ortalama ömürler uzamış ve toplam insan nüfusu giderek dünyanın sürdürülebilir olarak taşıyabileceği üst limitleri zorlamaya başlamıştır. Öte yandan dünyada insanların beslenmesine yönelik toplam gıda üretiminin gerçekten adil dağıtım imkanları olabilse ve herkesin ihtiyacı kadar ve nitelikte gıdaya erişimi olabilse gıda yoksunluğu yaşanmayacağı bilinmekle birlikte bu koşulların bir ütopyadan öteye anlam taşımadığı da bir dünya gerçeğidir. Çünkü bazı yörelerdeki gıda israfı bir başka coğrafya parçasındaki insanların açlık ve kıtlık çekmelerinin sebebini oluşturmaktadır.
İnsanların yoğun olarak yaşadıkları bazı coğrafyalar maalesef üretim imkanları ve tarımsal potansiyelleri gözönüne alındığında gıda açısından kendilerine yeterli değillerdir. Ayrıca gelir düzeyleri itibariyle başka bölgelerden alım yapma imkanları da sınırlıdır. Bu alanlarda açlık yetersiz ve kötü beslenme sağlıksız yaşam şartları hakim durumdur.
Öte yandan yüksek verimlilik ve tarımsal üretim kaygısı toprak ve su kaynaklarının bilinçsiz kullanılmasına aşırı gübre ve kimyasal kullanımına biyoçeşitliliğin azalmasına, sağlık sorunları yaratabilen ürünlerin yetiştirilmesine kontrolsüz katkıların kullanılmasına sebebiyet vermektedir. Ayrıca hasat sırasında, ambalajlamada, nakliyede, tüketimde ve satış zincirlerindeki kayıplar ve israf ederek tüketim bu sektörün önemli sorunları olarak gündemdedir.
Bu konudaki olumsuz gelişmeler ilerleme açısından nasıl bir seyir izliyor?
Necdet Buzbaş: Olumsuz gelişmelerin ilerleme hızını etkileyen en önemli, belki de tek olgu ülkelerin büyüme baskısı altında olmalarıdır. Ülkeler kendi kendine yeterlilikten çıkarken dünya pazarlarına da ithalatçı olarak girmektedirler. Dünya emtia piyasalarının Çin’in taleplerine bağımlılığı bunun somut göstergesidir.
Ekonomik büyümenin faydaları hem ülke içinde, hem ülkeler arasında eşitsiz, dengesiz dağılır, aynı şey ekonomik büyümenin maliyetleri için de geçerlidir. Kısaca ekonomik büyüme koşulsuz değildir diyebiliriz.
Büyüme baskısı iki önemli şeyi tetikliyor; hızlanan sanayi ve endüstriyel tarım. Her ikisi de iklim değişikliği, su yetersizliği ve tarım arazilerinin azalması olarak özetlenebilecek olumsuz gelişmeleri hızlandırıcı özellik taşıyorlar. İlaveten tüketici davranışları da gözardı edilmemelidir.
Bir yandan gelişmiş ülkelerin israf ve savurganlık özellikli tüketimlerinden vazgeçmemeleri diğer yandan gelişmişliği yakalamak adına son hızla koşan ve benzer tüketim koşullarını yakalama uğraşısındaki gelişmekte olan ülkelerin çabaları sonucu “tüketirken tükeniyoruz”
Murat Sungur Bursa: Düşünen varlık insanoğlu adeta kendi bindiği dalı kesercesine bir taraftan daha uzun ömürlü ve sağlıklı olmak için araştırmalar yaparken bir taraftan da yanlış ve zararlı beslenme şekli ve alışkanlıkları ve yaşam biçimi ile kendi varlığını tehdit altına almaktadır. Modern dünyanın yaygın sağlık problemleri içinde sayılan diyabet, hipertansiyon, sindirim ve dolaşım yolu hastalıkları tıp camiası tarafından beslenme ve günlük yaşam alışkanlıkları ile ilişkilendirilmektedir. Ancak bu konularda hızlı bir bilinçlenme olduğunu ve her geçen yıl daha fazla insanın daha sağlıklı gıda ve beslenme alışkanlıkları edindiklerini gözlemlemekteyiz. Gelecek için ümitli olmak adına çok önemli gelişmeler olduğunu söyleyebiliriz. Dünyada organik gıda üretiminin hızla ilerlediğini biliyoruz. Ülkemizde de özellikle büyük şehirlerde bu bilincin hızla yayıldığını gözlüyoruz. Kırsal kesim zaten gıdaları mevsiminde tüketerek, yöresel olanları alarak, alıştığı türleri seçerek lezzetinde ve türünde seçici olarak göreceli olarak daha sağlıklı gıdaları tüketmektedir.
Sürdürülebilirlik son dönem en çok kullanılan trend diye niteleyebileceğimiz bir kavram gerçekten bu konuda bir farkındalık oluşmuş mu sizce?
Necdet Buzbaş: Aslında sürdürülebilirlik kavramı 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun Ortak Geleceğimiz adlı raporu ile çevre alanında kullanılıyor. O günden sonra adeta bir patlama şeklinde yaygınlaşıyor, söylediğiniz gibi trend olmayı aşıyor. Adeta ağızlarda sakız oluyor.
Ben, “Ortak Geleceğimiz” adlı rapordaki tanımından ziyade “kesinti ya da azalma olmadan varlığını devam ettirebilme kapasitesi” tanımını günümüz için daha yakışır buluyorum.
Aksi halde “Sürdürülebilir Finans”a kadar varan kavram icadına yer bulamazsınız.
Aşırı kullanım sonucunda sürdürülebilir ve sürdürülebilirlik kavramları anlam ve etkisini yitiriyor, sıradanlaşıyor. Yanlış, sık ve uygun olmayan bu kullanım bizi yaptığımız, aldığımız, kullandığımız her şeyin sonsuza dek var olacağına inandırıyor fakat işin aslı öyle değil.
Sürdürülebilirliği bir moda olarak görmediğimiz takdirde yeterli farkındalığın oluştuğunu söylemek çok zor. Ülkemizde farkındalığı geçip benimseme düzeyi seviyesini yakalamış gıda şirketi sayısı 20’yi geçmez.
Murat Sungur Bursa: Sürdürülebilirlik konusu 1992 yılında gerçekleşen Sürdürülebilir Kalkınma -Rio Zirvesi sonrasında günlük hayatın hemen her alanında kullanılan bir terim oldu. Sürdürülebilir Enerji, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir gıda, sürdürülebilir marka, sürdürülebilir üretim ve tüketim yaygın olarak duyduğumuz terimler. Farkındalık konusunda da her geçen yıl daha fazla ilerleme kaydedildiğini söylemek mümkün. Özellikle kırsal kesimde geçimini tarım ya da hayvancılıkla temin edenler arasında sürdürülebilirliğe yönelik uygulamalar şartların zorlamasıyla bilinçli bir seçim olmaya başlamıştır. Aksi uygulamalar adeta binilen dalın kesilmesi gibi kısa sürede olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Kentlerimizde sürdürülebilirlik bilincinin kadınlarda erkeklere göre daha fazla, eğitimlilerde eğitimsizlere göre daha fazla, orta-üst gelir gruplarında yoksullara göre daha fazla olduğunu gözlemleyebiliyoruz.
Sürdürülebilir gıda için şirketlerin performansını ve farkındalığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Necdet Buzbaş: Sürdürülebilirlik kavramının bir anlam ifade edebilmesi için kesin ve açık tanımlara, ölçütlere ve kilometre taşlarına sahip olması gerekiyor. Bu her zaman kolay olmayabilir. Örneğin insanoğlunun saldığı sera gazı kütlesi dünyanın emebildiği miktarın üzerine çıkmadıkça atmosferde dengede kalır. Bu emisyonların sürdürülebilirliğinin gelişimi takip edilebilir, zor olan bireysel (kurumsal) veya ulusal sürdürülebilirliği paylaştırma işidir.
Gıda sanayimiz 42 bin işletmeden oluşmaktadır (TÜİK ve GTHB farklı rakamlar verse de) Bu işletmelerin yüzde 5’i kurumsal ve büyük ölçeklidir, ancak yüzde 0,5’inin farkındalık düzeyinde sürdürülebilirlik ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
Sürdürülebilirlik kavramını farkındalık seviyesinden bilinçlenme ve sonra da içselleştirme seviyesine taşıyan gıda sanayi kuruluşumuz sayısı ise 20’yi ancak bulur. Bu şirketler; su, enerji verimliliği gibi konularda somut hedefler koymuşlar, birim başına karbon salımını ve atık azaltımı (sıfır atık), çalışanların eğitimi, değer zinciri paydaşlarıyla Sosyal Sorumluluk projeleri gerçekleştirme gibi ileri düzey uğraşları programlarına almışlardır.
Az sayıdaki bu firmalarımızın Küresel Raporlama İnisiyatifi’nin (GRI) G4 Sürdürülebilirlik Raporlama Standartlarına uygun hazırladıkları şeffaf raporlar ile halka açık olanların Borsa İstanbul Sürdürülebilirlik Endeksinde (BIST) listelenmeye hak kazanmaları yüksek performanslarına işaret etmektedir.
Murat Sungur Bursa: Gıda sanayimiz farklı büyüklükte kuruluşlardan oluşmaktadır. Yüzde 85’i mikro ölçekli KOBİ, yüzde 10’u küçük ölçekli KOBİ niteliğindeki işletmelerin yüzde 5’i ancak büyük işletme ölçeğindedir. Sürdürülebilirlik büyük işletmelerin temel faaliyet alanlarının odak noktasında yer alırken, çoğu küçük işletmelerde farkındalık derecesinde bile bir ilgi henüz maalesef oluşturulamamıştır.
Sektörün tüm aktörleri; başta kamu olmak üzere, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları ortak çaba göstererek çiftçi verimliliği, besleyici gıda üretimi, inovasyon, gıda etiği, adil ve şeffaf ticaret, gıda israfının azaltılması ve gıda güvenliği konularında sürdürülebilirliği sağlayacak çözümler ve farkındalık için üretmelidirler.
Gıda Platformu ile amaçlanan nedir? Kimlerin desteği ile kuruldu?
Necdet Buzbaş: Dünya tek, kaynaklar ortak. Her sektör aynı kaynakları kullanıyor, ancak faaliyet alanları kaynakları çeşitlendiriyor.
Tüketici talepleri ise ihtiyaç ve isteklerden oluşuyor. İhtiyaçlar daha önce de belirttiğim gibi varoluşumuz için gerekli olanlar (gıda, su, giyinme, barınma) İstekler ise arzularımızı doyurmaya dönük fazladan şeyler…
Gıda sanayii ilk kategorideki ürünleri üretiyor. Değer zinciri bileşenlerine baktığımızda “kaynak tüketimi, besleyici ve sağlıklı ürün, tüketim ve kirlilik” süreçleri yer alıyor.
Sürdürülebilir Gıda Platformundan amaçlanan; sektörün sürdürülebilirlik hedeflerini esas alarak paydaşlar ile yol haritası oluşturmak, bu konudaki farkındalığı artırarak yaygınlığı sağlamaktır. Burada önemli rol oynayan tüketici davranışları da işin içinde tutulmalı, gözden kaçırılmamalı ve dışlanmamalı.
Türkiye Gıda Sanayii İşverenleri Sendikası ve Sürdürülebilirlik Akademisi öncülüğünde kurulan Sürdürülebilir Gıda Platformu henüz yapılanma aşamasındadır.
Murat Sungur Bursa: Sürdürülebilirlik Akademisi’nin en son oluşturduğu platform ise Sürdürülebilir Gıda Platformu. 2015’in sonunda oluşturulan bu platformun amacı gıda sektöründe sürdürülebilir gıda hedefli değişim ve dönüşüm çalışmalarının hızlanması için tüm paydaşları buluşturmak.
İnsanlar için yaşamın temelini oluşturan gıda, ekonomide de çok önemli bir rol oynuyor. Sürdürülebilir gelecek, büyüme ve kalkınma için gıda sektöründe üretim ve tüketim modellerinin farklılaşması gerekiyor. İşte bu hedef ile gıda sektöründe çalışmalarımıza başladık. Bu çalışmalar kapsamında TUGİS işbirliğinde 18 Ekim Dünya Gıda gününde Sürdürülebilir Gıda Konferansı 2016’yı gerçekleştirdik. Kamu, özel sektör, üniversite ve STK işbirliği ile önemli bir buluşma gerçekleştirdik. Ayrıca gıda sektöründe raporlar, araştırmalar ve kurumsal işbirlikleri ile ilerliyoruz.
Platformun 2017 için önüne koyduğu hedefleri nelerdir?
Necdet Buzbaş: Öncelikle platformun işlevsel yapılanmasını sağlayacak organizasyonunu tamamlamamız gerekiyor, bugünlerde bu işlem tamamlanacak.
Hemen üye sayısının çeşitlendirilmesi (Kamu, STK’lar, Akademia) yoluna gidilip üye sayısı artırma çalışmaları başlatılacak. Bu çeşitlilik ile gıda sektörünün “Sürdürülebilir Gıda” ekseninde bir iş modeli ortaya koyacak çalışmaları start alacaktır.
Murat Sungur Bursa: Platformun 2017 için önüne koyduğu hedefleri; günümüz ve gelecek nesiller için sağlıklı, güvenilir ve sürdürülebilir gıda sistemleri değişim ve dönüşümünü hızlandırmak için çalışmaktır.
Dünyada Sürdürülebilirlik için atılan ya da atılmayan adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Necdet Buzbaş: Sürdürülebilirlik, Küresel İklim Değişikliği vb. konular henüz devletler düzeyinde farkındalık aşamasında ve kendi içinde sürdürülebilir değil. Dünyanın en gelişmiş ülkesi ABD, 44’ncü ve 45’nci Başkanlarının bile konuya yaklaşımlarının tamamen zıt olduğunu basından öğreniyoruz.
Ama aynı başkanlar BM’ler Kalkınma Zirvesinde (25-27/Eylül/2015) 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini 193 ülke ile birlikte imzalayabiliyorlar.
Bence bu konuda en tutarlı haber, 4 Kasım 2016 tarihlerinde yürürlüğe giren Paris Anlaşması kapsamına devletlerin taraf olması yanında özel sektörün de dahil edilmesidir.
Özel sektör varoluşu pahasına atılacak adımların sayısını cesaretle artıracak, atılmayan adımlar için devletleri zorlayacaktır. İşin tüketici tarafı ise “ekolojik okuryazarlık” adı altında yine eğitime bağlanıyor, zira davranışları değiştirmek sadece gerçek eğitimle mümkün olabiliyor.
Murat Sungur Bursa: Dünyada maalesef sürdürülebilir olmayan uygulamalardan en fazla zarar gören ülkeler aynı zamanda sürdürülebilirlik konusunda göreceli olarak daha az çaba gösterebilen ülkeler olmakta. Dünyanın en büyük sürdürülebilirlik sorunlarının temelinde kaynakların dengeli dağılmamış olması, bazı toplumların temel gıda, su, barınma, hijyen ihtiyaçlarının karşılanma zorlukları yatmaktadır. Öte yandan imkanları itibariyle sürdürülebilirlik konularında çok önemli kararlar alıp uygulayabilecek durumdaki toplumlarda da yeterli duyarlılık geliştiğini söylemek mümkün değildir. Aksine bu ülkelerdeki üretim ve tüketim tercihleri ve uygulamaları dünyanın geleceği için önemli sürdürülemezlik sebeplerini oluşturmaktadır. Dünyada ve ülkemizde kurumsallaşmış şirketlerin, benimsedikleri sorumluluk ilkeleri çerçevesinde toplumun beklentilerini karşılayan ve hatta onlara liderlik gösteren sürdürülebilirlik uygulamaları olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının, gönüllü eylemlerin, eğitimci kuruluşların, görsel ve yazılı basın ve medyanın akademiyanın sürdürülebilirlik bilincinin oluşmasına çok destek verdiğini görmekteyiz.”